Ana içeriğe atla

Rock’ın Ölümsüz Ateşi

 Rock’ın Ölümsüz Ateşi

Bir pazar sabahı, kahve kokusu evi sararken, plak çalarda Kurt Cobain’in o çığlık gibi sesi yankılanıyor: “Where did you sleep last night…” Nirvana’nın 1993’teki MTV Unplugged performansından bu şarkı, sanki dün kaydedilmiş gibi taze. Oysa üzerinden otuz yıl geçti. Yine de her notası, her sözü, ruhumuza işliyor. İşte bu, rock müziğin evrensel büyüsü. 


Queen’in *“Bohemian Rhapsody”*si,

Jimi Hendrix’in *“Purple Haze”*i,

Aerosmith’in *“Dream On”*u

ya da

Metallica’nın *“Nothing Else Matters”*ı…


Bunlar sadece şarkı değil, birer zaman makinesi. Dinlerken lisedeki ilk aşkınızı, o eski kasetçaları ya da bir yaz gecesi arkadaşlarla bağıra çağıra şarkı söylediğiniz anları hatırlarsınız. Her neslin kulağına fısıldar bu şarkılar, çünkü zamansızlar.


Peki, ne oldu da rock müzik bir zamanlar gökyüzünü delen o çığlıklarını susturdu? Günümüzün şarkılarına bakıyorum; çoğu bir kulaktan girip ötekinden çıkıyor. Radyoda çalan pop-rock karışımı parçalar, birkaç hafta listelerde dolanıp sonra kayboluyor. Ne bir *“Hotel California”*nın epikliğini taşıyorlar ne de *“Sweet Home Alabama”*nın o coşkulu ruhunu.Sanki tek kullanımlık bardak gibi; işini görüyor, ama kimse saklamıyor. Kimse on yıl sonra “Hani şu 2025’te çıkan şarkı vardı ya!” diye hatırlamıyor. Neden? Çünkü bugünün şarkıları ruhumuza dokunmuyor, sadece kulağımıza çalınıyor. Sözler mi yüzeysel, melodiler mi sıradan, yoksa bizler mi çok şey bekliyoruz, bilmiyorum. Ama bir şey eksik, o kesin.


Eskilerin rock’ı bir başkaldırıydı.

The Kinks’in *“You Really Got Me”*sinde gençliğin öfkesi,

Black Sabbath’ın *“Paranoid”*inde karanlık bir enerji vardı.

Fleetwood Mac’in *“Go Your Own Way”*i dinlerken kendinizi bir hikayenin içinde bulurdunuz.

Bu şarkılar sadece müzik değildi; bir duygunun, bir dönemin, bir hayatın özetiydi.

Her biri birer “Born to Run” gibi, Bruce Springsteen’in o coşkulu sesiyle ruhumuzda bir odaya yerleşti.

Ve o odalar hâlâ dimdik ayakta.


Günümüzün müzikleri ise… Bilmem, sanki bir şeyler eksik. Çoğu şarkı, algoritmaların sevdiği, sosyal medyada “trend” olacak şekilde tasarlanmış gibi. Ama kalbe değil, ekrana hitap ediyor. Bir şarkıyı dinlerken “Bunu tekrar dinlemeliyim!” hissi uyandırmıyor. Mesela, Red Hot Chili Peppers’ın *“Californication”*ını dinlediğinizde, o melankolik ama güçlü yolculuk sizi içine çeker, bitmesini istemezsiniz. Ama bugün? Üç dakikalık şarkılar, hızlıca tüketilip bir kenara atılıyor.

Belki de mesele, o eski rock ruhunun samimiyetinde. Janis Joplin sahnede *“Piece of My Heart”*ı söylerken ruhunu ortaya koyarken, David Bowie *“Heroes”*u haykırırken ya da Ozzy Osbourne *“Crazy Train”*de çıldırırken, hepsi bir şey anlatıyordu. Onlar birer hikâyeciydi. Şimdiyse müzik, sanki bir fabrika bandından çıkıyor. Her şey fazla cilalı, fazla mükemmel. Ama mükemmel olan, her zaman kalıcı olmuyor.


Bu yüzden, eğer bir gün bir bar açarsam, adını “Nevermind” koyacağım.


Evet, Nirvana’nın 1991 albümünden ilhamla. İçeri giren herkes, o eski plakların tozlu kokusunu alacak, bir yandan “Lithium” çalarken bira kadehlerini tokuşturacak. Duvarlarda Queen’in sahne kostümleri, Hendrix’in gitarının posterleri, Aerosmith’in o 70’ler fotoğrafları olacak. Ve kimse “Bu çalan ne?” diye sormayacak, çünkü herkes bilecek. Çünkü o şarkılar, hepimizin hikayesinin bir parçası.

Efsaneler ölmez, sadece sahneden iner. Ama müzik susmaz. Bir pazar sabahı, siz de bir plak koyun, gözlerinizi kapatın ve o eski rock ruhunu hissedin. Çünkü o, hâlâ orada. Hâlâ capcanlı.


Ant Gökçek, 13 Temmuz 2025 - Vilnius



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

A Fight for the Homeland: The Struggle of the Turkish Cypriots, the 20 July Peace Operation, and the Story of the KKTC

  A Fight for the Homeland: The Struggle of the Turkish Cypriots, the 20 July Peace Operation, and the Story of the KKTC It was a sweltering summer day in December 1963 in Cyprus. In the Tahtakale neighborhood of Nicosia, Grandma Ayşe was baking bread for her grandchildren that morning. In the small courtyard of her home, under the shade of olive trees, the laughter of her children echoed. But this peace was soon to be shattered by the bloody shadow of the EOKA-B militants. In those dark days of 1963, the Rum’s dream of Enosis—the unification of Cyprus with Greece—had turned Turkish villages into a living hell. EOKA-B had set out to systematically annihilate the Turkish population. Grandma Ayşe’s neighbor, a young teacher named Mehmet, was abducted by EOKA-B militants while returning home that night. The next morning, his lifeless body was found in a field outside the village, his hands bound, his body riddled with bullets. This was just the beginning. During the infamous  Blo...

Turkey’s Real Enemy: Empty Rhetoric and Misery

  Turkey’s Real Enemy: Empty Rhetoric and Misery   Turkey is being distracted by artificial agendas amidst economic misery. Official inflation has exceeded seventy percent, but the reality felt in the streets, markets, and stores is far worse. A kilo of meat costs nearly half the minimum wage, leaving people unable to afford basic necessities. Historically, the Ottoman Empire’s final days were no different: while the palace dreamed of “ruling the world,” the people grappled with hunger and poverty. Today, those who parade fantasies like the “Ottoman model” or “United States of Turkey” are repeating the same mistakes. Bahçeli’s remarks about Öcalan, suggestions of “one Alevi, one Kurdish vice president,” and federation debates are all distractions, stealing attention from the people’s bread, jobs, and future. In times of crisis, history shows that rulers either invent external enemies or stoke nationalist fervor to diffuse public anger. In the nineteenth century, Ottoman “refor...

Biz Bu Kalaşnikofları Nereden Tanıyoruz?

  Biz Bu Kalaşnikofları Nereden Tanıyoruz? Dün, Irak’ın Süleymaniye kırsalındaki Casene Mağarası’nda, PKK’lı bir grup teröristin sembolik bir törenle Kalaşnikoflarını yakarak silah bıraktığı haberi gündeme düştü. 27 adet Kalaşnikof, bir M249, bir keskin nişancı tüfeği ve bir RPG’nin imha edildiği bu tören, “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı altında, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’teki açıklamasına dayandırıldı. DEM Parti yöneticilerinin de katıldığı bu olay, bazılarınca tarihi bir adım olarak alkışlanırken, Türkiye’nin acılarla dolu yakın tarihine bakıldığında, bu sembolik jestin samimiyeti sorgulanmadan geçilemez. Çünkü bu Kalaşnikoflar, Türkiye’nin kanayan yaralarının sembolü. Peki, biz bu Kalaşnikofları nereden tanıyoruz? Ve bu teröristlere gerçekten güvenebilir miyiz? Kalaşnikof’un Kanlı Tarihi Kalaşnikof, basit, dayanıklı ve ucuz olmasıyla dünya çapında terörist grupların vazgeçilmez silahı oldu. PKK’nın 1978’deki kuruluşundan bu yana, bu silahlar Türkiye’nin dört bir yanı...