Ana içeriğe atla

"Koyun Gibisin": Nazım’ın Şiiri Üzerinden Bugünün Türkiye’sine Bir Bakış

 "Koyun Gibisin": Nazım’ın Şiiri Üzerinden Bugünün Türkiye’sine Bir Bakış

“Koyun gibisin kardeşim / gocuklu celeplerin ardından giden…”
— Nazım Hikmet Ran

Nazım Hikmet'in bu kısa ama sarsıcı şiiri, halkın pasifliğini, eleştirel düşünceden uzak, edilgen bir yaşam biçimini ve güce boyun eğme halini acı bir dille anlatır. Yazıldığı dönemle bugünün Türkiye’si arasında neredeyse yüzyıllık bir zaman farkı olsa da, şiirin mesajı bugünün toplumsal ve siyasal koşullarına şaşırtıcı bir biçimde ayna tutuyor.

1. Ekonomik Çöküş ve Sessizlik

Türkiye bugün ağır bir ekonomik krizin içinden geçiyor. Enflasyon kontrolden çıkmış, alım gücü hızla erimiş durumda. Genç işsizlik oranı korkutucu seviyelere ulaşmışken, temel ihtiyaçlar bile lüks haline gelmiş durumda. Ancak bu tabloya rağmen toplumun önemli bir kesimi, bu sistemin devamına sessiz kalıyor — hatta destek veriyor. Nazım’ın “salhaneye gider gibi giden” benzetmesi tam da bu kör sessizliği, bilinçli edilgenliği tarif ediyor.
Kimi zaman yoksulluğun normalleştirilmesi, kimi zaman “dış güçler” ya da “beka” söylemleriyle krizin sorumluluğunun ötelenmesi, halkın bu derin çelişki karşısında tepkisizliğini açıklayan mekanizmaları oluşturuyor.

2. Adalete Güvensizlik ve Kurumsal Çürüme

Yargıya olan güvenin dip seviyelere indiği, adaletin siyasallaştığı bir ortamda, bireyin kendini hukukun koruyucu güvencesi altında hissetmesi artık bir hayal. Liyakatin yerini sadakatin aldığı bir bürokraside, hukuk da adalet de birer araçsallaştırılmış kavrama dönüşüyor.
Nazım’ın şiirinde geçen “buyruğunu bilen” ifadesi, bu sistem içinde kendi rolünü sorgulamayan, sadece yukarıdan gelen talimata bakan bireyleri tasvir eder. Bu, yargı mensuplarından kamu görevlilerine, medyadan akademiye kadar uzanan bir “itaat ağı”nın şairce tarifidir.

3. Laiklik Karşıtı Eylemlerin Normalleşmesi

Türkiye’nin kuruluş ilkelerinden biri olan laiklik, bugün yalnızca pratikte değil, zihinsel olarak da ciddi bir kuşatma altında. Eğitimin dinselleşmesi, tarikat ve cemaatlerin toplumsal alanda meşrulaştırılması, kadın haklarına yönelik sistematik gerileme; tüm bu gelişmeler toplumda ciddi kırılmalar yaratırken, devletin yetkili kurumlarının bunlara karşı neredeyse kayıtsız kalması dikkat çekiyor.
Bu noktada “gocuklu celepler” sadece ekonomik değil, kültürel tahakkümün de temsilcilerine dönüşüyor. Şiirin uyarısı, bu kültürel teslimiyetin de altını çizer.

4. Uluslararası Politikada Zikzaklar ve İdeolojik Körlük

Türkiye’nin son yıllardaki dış politikasında dikkat çeken en büyük unsur, ilkesizlik ve öngörülemezlik. NATO ile Rusya arasında savrulmalar, Batı ile ilişkilerde dalgalı tonlar, Ortadoğu politikasında geri dönüşler… Tüm bunlar ülkeyi bir istikrarsızlık çemberine sokarken, bu zikzaklar karşısında toplumun büyük kısmı sorgulamak yerine ya savunma refleksi gösteriyor ya da tamamen ilgisiz kalıyor.

Nazım'ın dizeleri burada tekrar yankılanıyor:

“…ve ardından giden / ve buyruğunu bilen…”
Çünkü yönelimin ne olduğu değil, "kimin yönettiği" esas alınır hale geldiğinde, ideolojik sadakat aklın ve eleştirel muhakemenin yerini alır.

5. 23 Yıllık İktidarın %30 Desteği: Korku, Kimlik ve Kabullenme

Peki, bu kadar soruna rağmen iktidarın hâlâ toplumun en az %30’unun desteğini korumasını nasıl açıklayabiliriz?

  • Korku ve bağımlılık: Devletle özdeşleştirilen bir liderlik figürü, güvenlik kaygısı yaşayan seçmeni "istikrara oy vermeye" yöneltiyor.
  • Kimlik siyaseti: Dini, etnik ya da ideolojik kimlikler üzerinden oluşturulan "biz ve onlar" ayrımı, gerçek sorunların görünmesini engelliyor.
  • Algı yönetimi ve medya kontrolü: Gündemin yönlendirilmesi, yolsuzlukların görünmez kılınması, başarı hikâyelerinin sürekli tekrar edilmesiyle oluşan yapay bir “başarı atmosferi”.
  • Biat kültürünün kurumsallaşması: Eğitim, aile, cemaat yapıları içinde sorgulamanın değil, itaate dayalı bir yaşam anlayışının pekişmesi.

Bütün bu unsurlar bir araya geldiğinde, Nazım’ın “yazık sana, ayıp sana, günah sana…” diye seslendiği kardeşin kim olduğunu daha iyi anlıyoruz.


Sonuç: Uyanmanın Zamanı

Koyun Gibisin, yalnızca bir şiir değil, bir çağrıdır. Kör itaatin değil, özgür aklın önemine, eleştirinin kutsallığına bir çağrı.
Bugünün Türkiye’sinde, Nazım’ın bu dizeleri, sadece geçmişe değil, bugüne de haykırır. Çünkü sistemin sürmesi, bireyin sorgulamamasıyla mümkündür. Ve değişim, koyun olmamaya karar vermekle başlar.

“Böyle uysallık olur mu kardeşim?”

Ant Gökçek – 4 Temmuz 2025 / Vilnius

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

A Fight for the Homeland: The Struggle of the Turkish Cypriots, the 20 July Peace Operation, and the Story of the KKTC

  A Fight for the Homeland: The Struggle of the Turkish Cypriots, the 20 July Peace Operation, and the Story of the KKTC It was a sweltering summer day in December 1963 in Cyprus. In the Tahtakale neighborhood of Nicosia, Grandma Ayşe was baking bread for her grandchildren that morning. In the small courtyard of her home, under the shade of olive trees, the laughter of her children echoed. But this peace was soon to be shattered by the bloody shadow of the EOKA-B militants. In those dark days of 1963, the Rum’s dream of Enosis—the unification of Cyprus with Greece—had turned Turkish villages into a living hell. EOKA-B had set out to systematically annihilate the Turkish population. Grandma Ayşe’s neighbor, a young teacher named Mehmet, was abducted by EOKA-B militants while returning home that night. The next morning, his lifeless body was found in a field outside the village, his hands bound, his body riddled with bullets. This was just the beginning. During the infamous  Blo...

Turkey’s Real Enemy: Empty Rhetoric and Misery

  Turkey’s Real Enemy: Empty Rhetoric and Misery   Turkey is being distracted by artificial agendas amidst economic misery. Official inflation has exceeded seventy percent, but the reality felt in the streets, markets, and stores is far worse. A kilo of meat costs nearly half the minimum wage, leaving people unable to afford basic necessities. Historically, the Ottoman Empire’s final days were no different: while the palace dreamed of “ruling the world,” the people grappled with hunger and poverty. Today, those who parade fantasies like the “Ottoman model” or “United States of Turkey” are repeating the same mistakes. Bahçeli’s remarks about Öcalan, suggestions of “one Alevi, one Kurdish vice president,” and federation debates are all distractions, stealing attention from the people’s bread, jobs, and future. In times of crisis, history shows that rulers either invent external enemies or stoke nationalist fervor to diffuse public anger. In the nineteenth century, Ottoman “refor...

Biz Bu Kalaşnikofları Nereden Tanıyoruz?

  Biz Bu Kalaşnikofları Nereden Tanıyoruz? Dün, Irak’ın Süleymaniye kırsalındaki Casene Mağarası’nda, PKK’lı bir grup teröristin sembolik bir törenle Kalaşnikoflarını yakarak silah bıraktığı haberi gündeme düştü. 27 adet Kalaşnikof, bir M249, bir keskin nişancı tüfeği ve bir RPG’nin imha edildiği bu tören, “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı altında, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’teki açıklamasına dayandırıldı. DEM Parti yöneticilerinin de katıldığı bu olay, bazılarınca tarihi bir adım olarak alkışlanırken, Türkiye’nin acılarla dolu yakın tarihine bakıldığında, bu sembolik jestin samimiyeti sorgulanmadan geçilemez. Çünkü bu Kalaşnikoflar, Türkiye’nin kanayan yaralarının sembolü. Peki, biz bu Kalaşnikofları nereden tanıyoruz? Ve bu teröristlere gerçekten güvenebilir miyiz? Kalaşnikof’un Kanlı Tarihi Kalaşnikof, basit, dayanıklı ve ucuz olmasıyla dünya çapında terörist grupların vazgeçilmez silahı oldu. PKK’nın 1978’deki kuruluşundan bu yana, bu silahlar Türkiye’nin dört bir yanı...