Ana içeriğe atla

Işığın Peşinde: Haluk’un Amentüsü’nde İnsanlık Ülküsü

 

Işığın Peşinde: Haluk’un Amentüsü’nde İnsanlık Ülküsü

Tevfik Fikret’in Haluk’un Amentüsü, modernleşme, akıl ve insanlık ideallerini bir manifesto gibi işleyen, genç nesillere yol göstermeyi hedefleyen bir şiirdir. Fikret’in oğlu Haluk’a ithaf ettiği bu eser, bireyin içsel yolculuğunu ve insanlığın ortak bir ülkü etrafında birleşmesini yücelten bir felsefi duruşla yankılanır. Şiir, tıpkı bir zanaatkârın, ham taşları sevgi ve akılla yontarak görkemli bir tapınak inşa etme çabası gibi, evrensel bir insanlık vizyonunu şekillendirir. Bu yazıda, şiir, bireyin hakikat arayışına rehber bir ışık tutan ve insanlığı birleştiren sembolik bir çerçeveyle yorumlanacaktır.

Fikret’in dizeleri, insanlığı sınırları aşan bir aile olarak gören bir ülküyü yansıtır: “Toprak vatanım, nev’-i beşer milletim... İnsân / İnsân olur ancak bunu iz’ânla, inandım.” Bu sözler, tüm taşların eşit değerde kabul edildiği, sevgiyle örülmüş bir insanlık tapınağı fikrine işaret eder. İnsanların birbirine kardeşlik bağıyla bağlanması, tıpkı bir usta mimarın, farklı kökenlerden gelen taşları uyum içinde bir araya getirme çabasına benzer. Fikret’in, “tekmil insanlar kardeşi birbirinin... bir hayal bu! olsun, ben o hayale de bin canla inandım” ifadesi, bu idealin belki uzak bir hedef olduğunu, ancak bu hayalin peşinden koşmanın kutsal bir görev sayılabileceğini ima eder. Bu, insanlığın, sabır ve çabayla, kaostan düzeni inşa etme yolculuğuna benzer.

Şiirde aklın ve bilimin dönüştürücü gücü, Fikret’in dizelerinde bir fener gibi parlar: “Aklın, o büyük sâhirin i’câzı önünde / Bâtıl geçecek yerlere hüsranla, inandım.” Bilimin, dünyayı altına çeviren bir simya gibi yüceltileceğine olan bu inanç, bir zanaatkârın ham maddeyi işleyerek değerli bir esere dönüştürme sanatına denk düşer. Fikret’in bilime duyduğu güven, cehaletin zincirlerini kırarak insanı özgürleştiren bir rehber ışığı arayışıyla örtüşür. “Bir gün yapacak fen şu siyah toprağı altın, / Her şey olacak kudret-i irfanla... inandım” dizeleri, bilginin her bir parçasının, insanlığın ortak eserine eklenen bir taş olduğunu vurgular.

Fikret’in vicdana dayalı maneviyatı, şiirde geleneksel inançlara mesafeli, ancak kutsal bir merkeze bağlı bir duruş olarak belirir: “Bir kudret-i külliyye var ulvî ve münezzeh, / Kudsî ve muallâ, ona vicdanla inandım.” Bu, dogmalarla değil, bireyin içsel ahlak pusulasıyla yön bulan bir inançtır. Tıpkı bir tapınağın, dış süslemelerden çok içindeki sükûnetle anlam kazandığı gibi, Fikret’in bu yaklaşımı, bireyin kendi vicdanını rehber edinmesini savunan bir felsefeyle uyumludur. “Şeytan da biziz, cin de, ne şeytan ne melek var; / Dünyâ dönecek cennete insânlı, inandım” dizeleri, cennetin insan eliyle dünyada inşa edileceği fikrini yüceltir; bu, bir ustanın kaostan düzen yaratarak bir başyapıt ortaya koyma çabasına benzer.

Evrim ve ilerleme inancı, Fikret’in dizelerinde insanlığın sürekli bir yükseliş içinde olduğunu gösterir: “Fıtratta tekâmül ezelîdir; bu kemâle / Tevrat ile, İncil ile, Kur’an’la inandım.” Bu, bir merdivenin basamaklarını tırmanmaya benzer; her adım, daha yüksek bir bilince ve uyuma doğru ilerler. Fikret’in evrimi kutsal metinlerle bağdaştırma çabası, farklı gelenekleri birleştiren ve hepsini insanlığın ortak yolculuğuna hizmet eden birer araç olarak gören bir bakış açısını yansıtır. Bu, bir mimarın, farklı malzemeleri bir araya getirerek uyumlu bir yapı inşa etmesine benzer; her parça, büyük bir eserin parçasıdır.

Fikret, şiddetin kısır döngüsünü eleştirirken barışın ülküsünü yüceltir: “Kan şiddeti, şiddet kanı besler; bu muâdât / Kan âteşidir, sönmeyecek kanla, inandım.” Şiddet, bir yapının temellerini zayıflatan çatlaklara benzer; Fikret’in barışa olan inancı ise, bir ustanın tüm taşları sevgiyle yerleştirerek sağlam bir bina inşa etme arzusuna denk düşer. İnsanlık, ancak bu döngüyü kırarak, sevgi ve adaletle örülmüş bir düzen kurabilir.

Şiirin sembolik dili, akıl ve vicdan gibi soyut kavramları somutlaştırır. “Aklın büyük sihirbaz” olarak nitelendirilmesi, bir rehber ışığın karanlığı dağıtma gücüne işaret eder; bu, bir zanaatkârın aletlerini ustalıkla kullanarak ham maddeyi şekillendirmesine benzer. Şiirin “amentü” formunu kullanması, geleneksel bir yapıyı modern bir vizyonla yeniden inşa etmeye çalışır; bu, eski bir tapınağın taşlarını yeni bir düzenle bir araya getirmeye benzer. Fikret’in bu yaklaşımı, bireyin hem geleneği hem yeniliği kucaklayarak hakikati aramasını savunan bir felsefeyle uyumludur.

Fikret’in oğlu Haluk için yazdığı bu manifesto, onun Türk gençliğinin öncüsü olmasını hayal eder. Ancak Haluk’un Avrupa’da Hristiyanlığı seçip papaz olması, bu idealin gerçekleşmediğini gösterir. Bu, bir ustanın bir taşı şekillendirmek için çaba sarf etse de, o taşın kendi yolunu seçme özgürlüğüne sahip olduğunu kabul etmesi gibidir. Bireyin kendi vicdanıyla hakikate ulaşması, bir felsefi yolculuğun temel taşıdır; Haluk’un farklı bir yol seçmesi, bu özgürlüğün bir yansımasıdır. İnsanlığın her bireyin kendi ışığını bulmasıyla yükseleceği fikri, şiirin ruhuyla örtüşür.

Fikret’in şiiri, belirli bir topluluğa doğrudan işaret etmese de, akıl, vicdan ve evrensel insanlık gibi temaları, bireyin içsel ve toplumsal gelişimini yücelten bir dünya görüşüyle örtüşür; bu, bir mimarın evrensel bir plan doğrultusunda çalıştığı, ancak kendi özgün stilini koruduğu bir duruma benzer. Şiirin geleneksel inançlara mesafeli, vicdana dayalı maneviyatı, dogmalardan bağımsız bir hakikat arayışına işaret eder; bu, bir zanaatkârın dışsal kurallardan çok kendi içsel ölçülerine güvenmesi gibidir. II. Abdülhamid döneminde yazılan bu şiir, istibdat rejimine karşı bir başkaldırı olarak da okunabilir; bu, bir ustanın baskıcı bir düzene karşı özgürlük ve aydınlanma için bir yapı inşa etme çabasına benzer.

Haluk’un Amentüsü, bireyin içsel aydınlanmasını, insanlığın birliğini ve bilimin rehberliğini yücelten bir manifesto olarak, evrensel bir felsefi duruşla yankılanır. Şiir, bir zanaatkârın, her bir taşı sevgiyle yontarak büyük bir eseri tamamlaması gibi, insanlığın barış ve sevgiyle örülmüş bir tapınak inşa edebileceği inancını taşır. Haluk’un farklı bir yol seçmesi, bireyin kendi vicdan yolculuğunun bu büyük eserin bir parçası olarak değerli olduğunu düşündürür. Bu şiir, insanlığın ışığı arayışında bir rehber olarak, çağlar boyu yankılanmaya devam eder.

Ant Gökçek, 13 Temmuz 2025 - Vilnius


*** Şiirin orijinali ve günümüz Türkçe versiyonu:

Haluk'un Amentüsü

Bir kudret-i külliye var ulvî ve münezzeh,
Kudsî ve muallâ, ona vicdanla inandım.

Toprak vatanım, nev'-i beşer milletim...İnsân
İnsân olur ancak bunu iz'ânla, inandım.

Şeytan da biziz, cin de, ne şeytan ne melek var;
Dünyâ dönecek cennete insânla, inandım.

Fıtratta tekâmül ezelîdir; bu kemâle
Tevrat ile, İncil ile, Kur'ân'la inandım.

Ebnâ-yi beşer birbirinin kardeşi... Hülya!
Olsun, ben o hülyaya da bin canla inandım.

İnsân eti yenmez; bu teselliye içimden
— Bir ân için ecdadımı nisyânla — inandım.

Kan şiddeti, şiddet kanı besler; bu muâdât
Kan âteşidir, sönmeyecek kanla, inandım.

Elbet şu mezar ömrünü bir hasr-i ziyâ-hiz
Ta'kîb edecektir, buna imânla inandım.

Aklın, o büyük sâhirin i'câzı önünde
Bâtıl geçecek yerlere hüsranla, inandım.

Zulmet sönecek, parlayacak hakk-ı dırahsân
Birdenbire bir tâbis-i burkanla, inandım.

Kollar ve boyunlar çözülüp bağlanacak hep
Yumruklar o zincîr-i hurûsânla, inandım.

Bir gün yapacak fen şu siyah toprağı altın,
Her şey olacak kudret-i irfanla... inandım.


Tevfik Fikret
Haluk'un Defteri


Günümüz Türkçe'siyle


Bir yaratıcı güç var, yüce ve temiz,
Kutsal ve yüksek, ona vicdanla inandım.

Yeryüzü yurdum, insan soyu ulusum...İnsan
Ancak insan olur bunu anlamakla; inandım.

Şeytan da biziz, cin de, ne şeytan, ne melek var;
Dünya dönecek cennete insanla, inandım.

Yaradılışta evrimin başı yok; bu olgunlaşmaya
Ben Tevrat ile, İncil ile, Kur'an ile inandım.

İnsan oğulları birbirinin kardeşi... Hayal bu!
Olsun, ben o hayale de bin canla inandım.

İnsan eti yenmez; bu avuntuya içimden
Bir an için atalarımı unutmakla inandım.

Kan şiddeti, şiddet kanı besler; bu düşmanlık
Kan ateşidir, hiç sönmeyecek kanla, inandım.

Elbet şu mezar hayatını aydınlık bir kıyamet
İzleyecektir, buna tam inançla inandım.

Boş inanç yerin dibine geçecek, yok olacak,
Aklın, o ulu büyücünün hüneriyle, inandım.

Karanlık sönecek, parlayacak hakkın ışığı
Birden, bir yanardağ patlayışıyla, inandım.

Kollar ve boyunlar çözülüp bağlanacak hep
Yumruklar, o şangırdayan zincirle, inandım.

Bir gün yapacak teknik şu kara toprağı altın,
Her şey olacak bilim gücüyle... inandım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

A Fight for the Homeland: The Struggle of the Turkish Cypriots, the 20 July Peace Operation, and the Story of the KKTC

  A Fight for the Homeland: The Struggle of the Turkish Cypriots, the 20 July Peace Operation, and the Story of the KKTC It was a sweltering summer day in December 1963 in Cyprus. In the Tahtakale neighborhood of Nicosia, Grandma Ayşe was baking bread for her grandchildren that morning. In the small courtyard of her home, under the shade of olive trees, the laughter of her children echoed. But this peace was soon to be shattered by the bloody shadow of the EOKA-B militants. In those dark days of 1963, the Rum’s dream of Enosis—the unification of Cyprus with Greece—had turned Turkish villages into a living hell. EOKA-B had set out to systematically annihilate the Turkish population. Grandma Ayşe’s neighbor, a young teacher named Mehmet, was abducted by EOKA-B militants while returning home that night. The next morning, his lifeless body was found in a field outside the village, his hands bound, his body riddled with bullets. This was just the beginning. During the infamous  Blo...

Turkey’s Real Enemy: Empty Rhetoric and Misery

  Turkey’s Real Enemy: Empty Rhetoric and Misery   Turkey is being distracted by artificial agendas amidst economic misery. Official inflation has exceeded seventy percent, but the reality felt in the streets, markets, and stores is far worse. A kilo of meat costs nearly half the minimum wage, leaving people unable to afford basic necessities. Historically, the Ottoman Empire’s final days were no different: while the palace dreamed of “ruling the world,” the people grappled with hunger and poverty. Today, those who parade fantasies like the “Ottoman model” or “United States of Turkey” are repeating the same mistakes. Bahçeli’s remarks about Öcalan, suggestions of “one Alevi, one Kurdish vice president,” and federation debates are all distractions, stealing attention from the people’s bread, jobs, and future. In times of crisis, history shows that rulers either invent external enemies or stoke nationalist fervor to diffuse public anger. In the nineteenth century, Ottoman “refor...

Biz Bu Kalaşnikofları Nereden Tanıyoruz?

  Biz Bu Kalaşnikofları Nereden Tanıyoruz? Dün, Irak’ın Süleymaniye kırsalındaki Casene Mağarası’nda, PKK’lı bir grup teröristin sembolik bir törenle Kalaşnikoflarını yakarak silah bıraktığı haberi gündeme düştü. 27 adet Kalaşnikof, bir M249, bir keskin nişancı tüfeği ve bir RPG’nin imha edildiği bu tören, “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı altında, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’teki açıklamasına dayandırıldı. DEM Parti yöneticilerinin de katıldığı bu olay, bazılarınca tarihi bir adım olarak alkışlanırken, Türkiye’nin acılarla dolu yakın tarihine bakıldığında, bu sembolik jestin samimiyeti sorgulanmadan geçilemez. Çünkü bu Kalaşnikoflar, Türkiye’nin kanayan yaralarının sembolü. Peki, biz bu Kalaşnikofları nereden tanıyoruz? Ve bu teröristlere gerçekten güvenebilir miyiz? Kalaşnikof’un Kanlı Tarihi Kalaşnikof, basit, dayanıklı ve ucuz olmasıyla dünya çapında terörist grupların vazgeçilmez silahı oldu. PKK’nın 1978’deki kuruluşundan bu yana, bu silahlar Türkiye’nin dört bir yanı...