Ana içeriğe atla

Erdoğan’ın Söylem Dönüşümü ve Türkiye’nin Geleceği: Federatif Bir Yapıya mı Sürükleniyoruz?

 Erdoğan’ın Söylem Dönüşümü ve Türkiye’nin Geleceği: Federatif Bir Yapıya mı Sürükleniyoruz?

Türkiye’nin son yirmi yılına damga vuran Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), “tek millet, tek devlet” söylemiyle Türk halkının önemli bir kesiminden destek görmeyi başardı. Bu söylem, siyasal İslamcı kimlik etrafında şekillenen milliyetçi bir retorikle, Türkiye’nin üniter yapısını koruma iddiasını taşıyordu. Ancak son dönemde Erdoğan’ın konuşmalarında dikkat çeken bir dönüşüm var: Türk, Kürt ve Arap kimliklerinin birlikteliğine vurgu yapan yeni bir söylem. Bu, yalnızca bir dil kayması mı, yoksa daha derin bir dönüşümün habercisi mi? PKK lideri Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması tartışmaları, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bu sürece destek veren açıklamaları ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nin Osmanlı millet sistemine işaret eden sözleri, Türkiye’nin federatif bir yapıya evrilebileceği spekülasyonlarını güçlendiriyor. Peki, Erdoğan’ı bu noktaya getiren dinamikler neler? ABD’nin Halkbank davası gibi kozları ya da başka bilinmeyen dosyalar, Erdoğan’ı köşeye sıkıştırarak Türkiye’yi federal bir yapıya mı sürüklüyor?

Erdoğan’ın 12 Temmuz 2025’teki konuşmasında “AKP, MHP ve DEM Parti olarak yola birlikte devam edeceğiz” demesi ve Türk, Kürt, Arap kimliklerini Müslümanlık üst kimliğiyle birleştirme vurgusu, yıllardır sürdürülen “tek millet, tek devlet” söyleminden çarpıcı bir sapma. Bu söylem, sadece iç politikada değil, uluslararası alanda da yankı buldu. Bahçeli’nin Öcalan’ın serbest bırakılmasına yönelik “umut hakkı” çağrısı ve PKK’nın silah bırakması için yaptığı açıklamalar, MHP’nin geleneksel milliyetçi duruşuyla çelişen bir adım olarak görüldü. Bahçeli, Öcalan’ın 27 Şubat 2025’te yaptığı silah bırakma çağrısını “değerli ve önemli” bulduğunu belirtmiş, bu sürecin “terörsüz Türkiye” hedefiyle uyumlu olduğunu savunmuştu. DEM Parti’nin, PKK’nın 11 Temmuz 2025’te Süleymaniye’de silah bırakma törenine katılacağını açıklaması, bu sürecin somut adımlarını işaret ediyor.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nin “Türkiye için en iyi sistem Osmanlı millet sistemidir” şeklindeki açıklaması, bu senaryonun uluslararası boyutunu gözler önüne seriyor. Osmanlı millet sistemi, farklı etnik ve dini grupların özerk yapılar içinde bir arada yaşadığı bir modeldi. Bu öneri, Türkiye’nin üniter yapısını dönüştürmeye yönelik bir dış müdahale sinyali olarak okunabilir. Bu soru, özellikle Erdoğan’ın geçmişte ABD ile yaşadığı gerilimler ve Halkbank davası ışığında anlam kazanıyor. 2019’da başlayan Halkbank davası, İran’a yönelik yaptırımları delme iddialarıyla ilgili ve Türkiye’yi ekonomik, siyasi açıdan zora sokabilecek bir koz niteliğinde. Daha önce, Trump’ın ilk döneminde rahip Andrew Brunson’ın serbest bırakılması meselesinde benzer bir baskı yaşanmıştı. Erdoğan, Brunson’ı serbest bırakmayacağını defalarca belirtmiş, ancak Trump’ın ekonomik yaptırımlarla tehdit etmesi üzerine Brunson bir günde ABD’ye gönderilmişti. Bu olay, ABD’nin Erdoğan üzerinde ciddi bir baskı kurabildiğini gösteriyor.

Halkbank davası, yalnızca ekonomik bir mesele değil; Erdoğan’ın kişisel ve siyasi risklerini artırıyor. Davanın, Erdoğan ve çevresini yolsuzluk ya da vatan hainliği gibi suçlamalarla ilişkilendirebilecek dosyalar içerdiği spekülasyonları, Türkiye’nin dış baskılara kırılganlığını artırıyor. Trump’ın ikinci döneminde bu kozun daha agresif kullanılabileceği ihtimali, Erdoğan’ın federatif bir yapıya geçişi kabul etmek zorunda kalabileceği senaryosunu güçlendiriyor. Federatif bir yapı, etnik kimlikler temelinde özerk bölgeler oluşturulmasını ve merkezi yönetimin otoritesinin zayıflamasını ima edebilir. Bu, özellikle Kürt meselesinin çözümüne yönelik adımlarla birleştiğinde, iç savaş ve bölünme riskini artırabilir.

Erdoğan’ın bu dönüşümdeki motivasyonu, yalnızca ideolojik bir değişimle açıklanamaz. Siyasi kariyerini “güçlü lider” imajıyla sürdüren Erdoğan, dokunulmazlığını ve iktidarını koruma kaygısı taşıyor olabilir. Ekonomik kriz, artan hayat pahalılığı ve muhalefetin güçlenmesi, AKP’nin halk desteğini eritiyor. Bu durumda, Kürt meselesini çözme vaadiyle DEM Parti’yle ittifak, Erdoğan’a nefes aldırabilir. Ancak bu ittifak, MHP gibi milliyetçi bir ortakla nasıl sürdürülecek? Bahçeli’nin Öcalan’a yönelik olumlu söylemleri, bu ittifakın AKP-MHP-DEM ekseninde bir “yeni çözüm süreci” olarak kurgulandığını gösteriyor.

Erdoğan’ın “tek millet, tek devlet” söyleminden vazgeçip federatif bir yapıya işaret eden bir söyleme yönelmesi, iç ve dış dinamiklerin bir sonucu gibi görünüyor. ABD’nin Halkbank davası ve diğer olası kozları, Erdoğan’ı dış baskılara karşı kırılgan hale getirmiş olabilir. Büyükelçi’nin Osmanlı sistemi önerisi, bu senaryonun uluslararası bir boyutunun olduğunu düşündürüyor. Erdoğan, dokunulmazlığını ve iktidarını koruma uğruna, Türkiye’yi iç savaş ve bölünme riskiyle karşı karşıya bırakacak bir yola mı giriyor? Yoksa bu, Kürt meselesini çözmek için pragmatik bir hamle mi? Türkiye’nin geleceği, bu karmaşık denklemin nasıl çözüleceğine bağlı. Vatandaşların bu süreci eleştirel bir gözle takip etmesi, ülkenin kaderini belirlemede kritik bir rol oynayacak.


Ant Gökçek, 14 Temmuz 2025 - Vilnius

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

A Fight for the Homeland: The Struggle of the Turkish Cypriots, the 20 July Peace Operation, and the Story of the KKTC

  A Fight for the Homeland: The Struggle of the Turkish Cypriots, the 20 July Peace Operation, and the Story of the KKTC It was a sweltering summer day in December 1963 in Cyprus. In the Tahtakale neighborhood of Nicosia, Grandma Ayşe was baking bread for her grandchildren that morning. In the small courtyard of her home, under the shade of olive trees, the laughter of her children echoed. But this peace was soon to be shattered by the bloody shadow of the EOKA-B militants. In those dark days of 1963, the Rum’s dream of Enosis—the unification of Cyprus with Greece—had turned Turkish villages into a living hell. EOKA-B had set out to systematically annihilate the Turkish population. Grandma Ayşe’s neighbor, a young teacher named Mehmet, was abducted by EOKA-B militants while returning home that night. The next morning, his lifeless body was found in a field outside the village, his hands bound, his body riddled with bullets. This was just the beginning. During the infamous  Blo...

Turkey’s Real Enemy: Empty Rhetoric and Misery

  Turkey’s Real Enemy: Empty Rhetoric and Misery   Turkey is being distracted by artificial agendas amidst economic misery. Official inflation has exceeded seventy percent, but the reality felt in the streets, markets, and stores is far worse. A kilo of meat costs nearly half the minimum wage, leaving people unable to afford basic necessities. Historically, the Ottoman Empire’s final days were no different: while the palace dreamed of “ruling the world,” the people grappled with hunger and poverty. Today, those who parade fantasies like the “Ottoman model” or “United States of Turkey” are repeating the same mistakes. Bahçeli’s remarks about Öcalan, suggestions of “one Alevi, one Kurdish vice president,” and federation debates are all distractions, stealing attention from the people’s bread, jobs, and future. In times of crisis, history shows that rulers either invent external enemies or stoke nationalist fervor to diffuse public anger. In the nineteenth century, Ottoman “refor...

Biz Bu Kalaşnikofları Nereden Tanıyoruz?

  Biz Bu Kalaşnikofları Nereden Tanıyoruz? Dün, Irak’ın Süleymaniye kırsalındaki Casene Mağarası’nda, PKK’lı bir grup teröristin sembolik bir törenle Kalaşnikoflarını yakarak silah bıraktığı haberi gündeme düştü. 27 adet Kalaşnikof, bir M249, bir keskin nişancı tüfeği ve bir RPG’nin imha edildiği bu tören, “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı altında, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’teki açıklamasına dayandırıldı. DEM Parti yöneticilerinin de katıldığı bu olay, bazılarınca tarihi bir adım olarak alkışlanırken, Türkiye’nin acılarla dolu yakın tarihine bakıldığında, bu sembolik jestin samimiyeti sorgulanmadan geçilemez. Çünkü bu Kalaşnikoflar, Türkiye’nin kanayan yaralarının sembolü. Peki, biz bu Kalaşnikofları nereden tanıyoruz? Ve bu teröristlere gerçekten güvenebilir miyiz? Kalaşnikof’un Kanlı Tarihi Kalaşnikof, basit, dayanıklı ve ucuz olmasıyla dünya çapında terörist grupların vazgeçilmez silahı oldu. PKK’nın 1978’deki kuruluşundan bu yana, bu silahlar Türkiye’nin dört bir yanı...