Demokrasinin Aynasında Türkiye: Düşerken Bizi Kim Tutacak?
Her yıl dünyanın dört bir yanında demokrasinin nabzını tutan bir rapor yayımlanıyor. V-Dem Enstitüsü’nün hazırladığı bu rapor, öyle kulaktan dolma iddialarla değil; yüzlerce göstergeye, onlarca uzmanın katkısına dayanan ciddi bir akademik çalışmayla ortaya çıkıyor. Bu yılki rapor da yayımlandı. Ve maalesef Türkiye için manzara her zamanki gibi değil — daha da kötü.
V-Dem, İsveç merkezli, dünyanın en saygın demokrasi araştırma kurumlarından biri. Göteborg Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteriyor. Çalışmaları BM’den Dünya Bankası’na, Harvard’dan Brüksel’e kadar çok sayıda kurum tarafından referans alınıyor. Yani öyle herhangi bir sivil toplum kuruluşu değil; bu raporlar, uluslararası diplomaside ve akademide ciddiye alınıyor.
Peki bu yıl Türkiye için ne diyorlar? Demokraside sınıfta kaldığımızı, hatta artık o sınıfa bile girmediğimizi...
V-Dem, Türkiye’yi artık "seçimli otokrasi" olarak tanımlıyor. Yani seçim yapılıyor, sandık kuruluyor ama işin özü yok: Ne ifade özgürlüğü kalmış, ne bağımsız yargı, ne özgür medya, ne de iktidarın gerçek bir denetimi.
Bir düşünün… Türkiye'de mahkemeler artık gerçekten bağımsız mı? Gazeteciler özgürce yazabiliyor mu? Dernekler ve sivil toplum kuruluşları rahatça faaliyet gösterebiliyor mu? Seçimlerde her parti eşit koşullarda mı yarışıyor? Cevapları biliyoruz. Ve bu cevaplar, V-Dem’in verileriyle birebir örtüşüyor.
Ama mesele sadece biz değiliz. Raporda üst sıralarda yer alan ülkeler de var. Kim mi onlar? Tahmin ettiğiniz gibi: Norveç, İsveç, Danimarka gibi İskandinav ülkeleri. Bu ülkeler demokrasiye yalnızca seçimlerle değil, kurumlarıyla, hukuku işleten yapılarıyla, şeffaf yönetimleriyle sahip çıkıyorlar. Öyle ki siyasetçileri bile en küçük yolsuzlukta istifa ediyor. Sivil toplum güçlü, medya bağımsız, yargı siyasetten uzak. Eğitim sistemleri bile çocuklara demokrasiyi, katılımı ve haklarını öğretiyor.
Peki biz neden bu kadar gerideyiz?
Çünkü bizde demokrasi hâlâ sadece sandıktan ibaret sanılıyor. Oysa seçim, demokrasinin sadece bir ayağı. Diğer ayakları olmadan yürünmüyor: Bağımsız yargı olmadan adalet olmaz. Özgür medya olmadan hesap verilebilirlik olmaz. Liyakatsiz atamalarla kurulan kurumlarla halkın güveni olmaz.
Bu yüzden artık şöyle net bir reçeteye ihtiyacımız var:
Yargı siyasetin gölgesinden çıkmalı.
Medya özgür bırakılmalı.
Sivil toplum üzerindeki baskılar son bulmalı.
Eğitim sistemi, haklarını bilen bireyler yetiştirmeli.
Ve en önemlisi: Güç, denetlenebilir olmalı.
Türkiye, bir zamanlar AB ile müzakere sürecinde demokratikleşme adına önemli adımlar attı. Ne oldu da geriye düştük? Bu soruyu sormaktan, bu düşüşü konuşmaktan korkmamalıyız. Çünkü dibe vurduğumuzu kabul etmeden yukarı çıkamayız.
V-Dem’in bu raporu bir “kara liste” değil. Aslında bir uyarı zili. Duymak istemeyene rahatsız edici gelebilir ama duyan için bir şans barındırıyor: Geri dönmek, yeniden inşa etmek, daha iyisini kurmak için.
Demokrasi bir kerelik kazanılmaz. Korunur, beslenir, güçlendirilir. Norveç bunu yaptı, İsveç bunu yaptı, biz neden yapmayalım?
Soru açık: Demokrasiyi biz yeniden sahiplenmezsek, bizim için kim sahiplenir?
Ant Gokcek ,7 Temmuz 2025-Vilnius
Yorumlar
Yorum Gönder